SECDE SÛRESİ
سورة السجدة
Kur’ân-ı Kerîm’in otuz ikinci sûresi.
Mekke döneminin son yıllarında Mü’minûn sûresinden sonra nâzil olmuştur. 16-20. âyetlerinin Medenî olduğu rivayeti isabetli görülmemiştir (Âlûsî, XXI, 155). Adını, 15. âyette Allah’ın âyetlerine iman edenler tasvir edilirken geçen “sücced” (secde edenler) kelimesinden almıştır. Sûre, 16. âyette yine müminlerin vasıfları belirtilirken kullanılan “rablerine ibadet etmek amacıyla vücutları yataklarından uzak kalanlar” meâlindeki ifadede “medâci‘” (yataklar) kelimesinin yer almasından dolayı Medâci‘ sûresi olarak da anılır. Ayrıca sûrenin ikinci kelimesi secde lafzına izâfe edilerek Tenzîlü’s-secde ve diğer adı Secde sûresi olan Fussılat sûresinden ayırt etmek üzere bir önceki sûrenin adına bağlanarak Secdetü Lokmân diye de isimlendirilmiştir (Âlûsî, XXI, 155; Elmalılı, V, 3856; M. Tâhir İbn Âşûr, XXI, 138-140). Sûre otuz âyet olup fâsılası “ل، م، ن” harfleridir.
Secde sûresinin muhtevası Allah’ın varlığı, Kur’an’ın vahiy ürünü olduğu, ceza ve mükâfat günü olan kıyamette herkesin dünyada yaptıklarından sorumlu tutulacağı temel fikri etrafındaki hitap ve beyanlardan ibarettir. Birinci bölüm, Kur’an’ın insanları uyarmak maksadıyla indirilmiş vahiy ürünü bir kitap olduğunun beyanıyla başlar. Ardından bütün kâinatı en güzel şekilde yaratıp yöneten, ilk insanı çamurdan yaratıp insan türünü devam ettirecek öz suyu var eden aziz ve rahîm Allah’ın bir ve tek olduğu, insanların O’ndan başka başvuracağı bir yardımcısı ve dostunun bulunmadığı ifade edilir; buna rağmen söz konusu gerçeğin bilincine varıp Allah’a şükredenlerin sayısının pek az olduğu belirtilir (âyet: 1-9).
Bismillâhirrahmânirrahîm
1: Elif lâm mîm.
2: Tenzîlul kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil âlemîn(âlemîne).
3: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne).
4: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
5: Yudebbirul emre mines semâi ilel ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
6: Zâlike âlimul gaybi veş şehâdetil azîzur rahîm(rahîmu).
7: Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin).
8: Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin).
9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
10: Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
12: Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).
13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
14: Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
15: İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
16: Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
17: Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurreti a’yun(a’yunin), cezâen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
18: E fe men kâne mu’minen kemen kâne fâsikâ(fâsikan), lâ yestevun(yestevune).
19: Emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum cennâtul me’vâ nuzulen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
20: Ve emmellezîne fesekû fe me’vâhumun nâr(nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâben nârillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
21: Ve le nuzîkannehum minel azâbil ednâ dûnel azâbil ekberi leallehum yerciûn(yerciûne).
22: Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ minel mucrimîne muntekimûn(muntekimûne).
23: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu huden li benî isrâîl(isrâîle).
24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
25: İnne rabbeke huve yafsilu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
26: E ve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyât(âyâtin), e fe lâ yesmeûn(yesmeûne).
27: E ve lem yerev ennâ nesûkul mâe ilel ardıl curuzi fe nuhricu bihî zar’an te’kulu minhu en’âmuhum ve enfusuhum e fe lâ yubsirûn(yubsirûne). 28: Ve yekûlûne metâ hâzel fethu in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
30: Fe a’rıd anhum ventezır innehum muntezırûn(muntezırûne).
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Elif, Lâm, Mîm.
2. İçinde hiç şüphe olmayan (bu) Kitab’ın indirilmesi, âlemlerin Rabbi (tarafı)ndandır.
3. Yoksa: “Onu uydurdu!” mu diyorlar? Hayır! O (Kur’an), senden önce (asırlarca) kendilerine hiçbir uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan bir kavmi uyarman için Rabbinden gelen bir gerçektir ki onlar, bu sayede doğru yolu bulsunlar.
4. Gökleri, yeri ve bunların arasında olan şeyleri altı günde (devirde, halde) yaratan, sonra Arş’ı hükmü altına alan (bütün yarattıklarının mâliki ve hükümranı olan) Allah’tır. Sizin için O’ndan başka hiçbir dost ve şefaatçi yoktur. (Hâlâ) düşünüp öğüt almıyor musunuz?
5. Gökten yere kadar her işi O idare eder. Sonra işler O’na bir günde yükselir ki o günün miktarı, sizin saydığınız (günler)den bin sene eder.
6. İşte O, görünmeyeni de görüneni de bilen, mutlak galip ve çok merhametli olandır.
7-8-9. Yarattığı her şeyi güzel yapan ve (ilk) insanı yaratmaya da çamurdan başlayan, sonra onun neslini, hakir bir suyun özünden (spermadan) yaratan sonra onu (tastamam) düzeltip ona kendi ruhundan üfleyen, sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yaratan O’dur. (Buna rağmen) ne kadar az şükrediyorsunuz!
10. (İnkârcılar): “Biz yerde (çürüyüp) kaybolduğumuz zaman, yeni bir yaratılışta mı olacağız?” dediler. Çünkü onlar, Rableriyle karşılaşmalarını da inkâr ederler.
11. De ki: “Üzerinize vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz.”
12. Günahkârların, Rablerinin huzurunda (utançtan) başlarını öne eğerek: “Ey Rabbimiz! (Şimdi her şeyi) gördük, işittik, bizi (dünyaya) geri gönder de sâlih amel işleyelim. Çünkü artık biz kesin inananlarız.” (dediklerini) bir görsen!
(Bütün varlıkları yaratan Allah, bizleri de insan olarak yaratmış fakat başıboş bırakmamıştır
Sorumluluk yüklemiş ve hangimiz daha güzel (sevaplı) işler yapacak diye imtihan etmek için de ölümü yaratmıştır . Ölüm, dönüşü olmayan bir uyanış ve gittiğimiz dünyada ölümsüzce yaşamaktır . Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını orada eksiksiz görecektir . Bunlar, kısaca kaynağı ilâhî olan en kesin bilgilerdir. Fakat insan kaynaklı, âhiret inancı olmayan çok tanrılı Hint dinlerinin, ilâhî dayanağı olmayarak ortaya attıkları reenkarnasyon (tenâsuh, ölen insan ruhunun insan veya bir hayvan cesedine girerek tekrar dünyaya gelmesi) olayı, hem akla hem İslâm’a aykırı hayalî bir tasavvur (kurgu)dur. Bunlar, Allah’ın yapmadığını, kendi akıllarına yaptırmak istemektedirler. Ancak Allah’ın emirlerine gönüllerini, kulaklarını ve gözlerini kapayanlar, Kur’an ifadesiyle ‘onlar (mânen) hayvan gibidirler; hatta daha da aşağı!’ . Mü’minler de bunu böyle bilirler. Mühim olan hayvanî vasıflardan kurtulmayı bilmek ve Allah’a bu sıfatla gitmemektir. Her devirde Allah’a, Kitab’ına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanmayan dinsizler yine de kendilerinin ürettiği bir tapacak bulmuş veya bulma peşindedirler.)
13. Biz dileseydik herkese (dünyada) hidayetini verir (doğru yola iletir)dik. (Ancak herkesi kendi iradesine bıraktık.) Fakat: “Kesinlikle cehennemi, cinlerden ve insanlardan bütün (günahkârlarla) dolduracağım.” şeklindeki sözüm haktır (gerçekleşecektir).
14. “O halde siz, bugününüze kavuşmayı unuttuğunuzdan (ve hevânıza göre yaşadığınızdan) dolayı tadın (azabı)! Doğrusu biz de sizi (şimdi cehennemde bırakıp) terk ettik. Yapmakta olduklarınıza karşı tadın ebedî azabı!” (denilecek)
15. Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman büyüklük taslamayarak secdeye kapanan ve Rablerini hamd ile tesbih eden kimseler iman eder.
16. Onlar (gece namazı için) yataklarından kalkarlar, korkarak ve umarak Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da (hayır yolunda) harcarlar.
17. Artık, yaptıklarına bir karşılık olarak, onlar için gözler aydınlığı nice (nimetlerin) saklandığını hiç kimse bilmez.
18. İman eden bir kimse, (Allah yolundan çıkarak) fâsık olan kimse gibi midir? Onlar (elbette) bir olmazlar.
19. İman edip de sâlih (Allah’ın rızasına uygun) amellerde bulunanlara gelince: Onlar için, (bu yapmış olduklarına karşılık) bir ağırlama/bir konaklama yeri olarak (barınacakları) Me’vâ cennetleri vardır.
20. Fâsıklara (hak yoldan çıkan, âsî olanlara) gelince, onların barınacakları yer de ateştir. Ne zaman oradan çıkmak isteseler, yine oraya geri çevrilirler ve onlara: “O yalan saydığınız ateşin azabını tadın!” denilir.
21. Belki (doğru yola) dönerler diye onlara, o büyük azaptan önce, yakın (dünya) azabın(ın çeşitlerin)den de mutlaka tattıracağız.
22. Kendisine Rabbinin âyetleriyle öğüt verilip de sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz günahkârlardan öç alıcıyız.
(Demek ki Rabbinin âyetleriyle öğütlenip hayatına bu doğrultuda yön vermeyen, hevâ ve hevesine göre yaşayan kimse en zalim kimsedir.)
23. Andolsun ki biz, Musa’ya Kitab’ı verdik, sen de ona (onun gibi bir Kitab’a) kavuşacağından şüphe etme! Onu İsrâiloğulları’na bir rehber kılmıştık.
24. Sabrettikleri ve (Tevrat’taki) âyetlerimize kesin inandıkları zaman, içlerinden (onları) emrimizle doğru yola çağırıp götürecek önderler yetiştirdik.
25. Şüphesiz ki Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyamet günü onların arasında hükmünü verecek (haklıyı, haksızı ayıracak)tır.
26. (Şimdi) yurtlarında gezip durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri yok etmiş olmamız, hâlâ onları doğru yola sevketmez mi? Doğrusu bunda elbette ibretler vardır. Hâlâ (öğüt) dinlemeyecekler mi?
27. Görmüyorlar mı ki biz kurak yere suyu sevkediyoruz da, onun sayesinde içinden hem hayvanlarının hem kendilerinin yediği ekini çıkarıyoruz; hâlâ görmeyecekler mi?
28. (Bir de:) “Eğer doğru söylüyorsanız, bu hüküm (kıyamet) günü ne zaman (bildirin!)” diyorlar.
29. (Resûlüm!) De ki: “Hüküm günü, küfre sapanlara (artık) iman etmeleri fayda vermeyecek ve onlara mühlet de verilmeyecek.”
30. Artık onlardan yüz çevir (ve azaplarını) bekle. Çünkü onlar da, (zanlarınca senin helakini) beklemektedirler.
* Kabir azabından korunur.
* Bu sureyi okuyanın kalbinde ve kabrinde büyük bir nur olur.
* Münker ve Nekir meleklerinin dehşetinden kurtulur.
* Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in seferde bile terk etmediği bir sünneti işlemiş olur.
* Secde suresini kıyamet gününde mahşer yerine iki kanatlı olarak gelir. Bu sure-i şerifeyi okumayı adet haline getiren kimseyi mahşer yerinin şiddetli hararetine karşı gölgeler. * * * * Mahşer halkını sıcaktan kavuran ve herkesin tepesinin üzerine yaklaşan güneşe Secde suresi şöyle der:” Ey güneş! Benim sakladığım kimseye ışığını iletmek için asla yol bulamazsın.”
* Sebebi bilinmeyen hastalıklar ve baş ağrıları için şifa olur.
* Secde suresinin 7-9. ayetleri cam bir kap içerisine yazılıp, zemzem suyu ile doldurulur, her gün o sudan çocuklara içirilir ve yediği yemeklere katılırsa, bu çocuklar Allah’ın yardımıyla daha güzel gelişir ve hastalıklardan da korunur.