Kurban İle İlgili Merak Edilen Sorular

Sözlükte yaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurban dinî bir terim olarak, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına ermek için ibadet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usûlüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 452). Kurban bayramında kesilen kurbana udhiyye, hacda kesilen kurbana ise hedy denir.

Akıl sağlığı yerinde, hür, mukim ve dinî ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını kesmekle hem Cenab-ı Hakk’a yaklaşmakta, hem de maddi durumlarının yetersiz olması sebebiyle kurban kesemeyenlere yardımda bulunmaktadır (Serahsî, el-Mebsût, XII, 8; İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 197). Bu ibadetin ruhunda Hakk’a yakınlık ve halka fedakârlıkta bulunma anlayışı vardır. Kurban, bir müslümanın bütün varlığını, gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun bir nişanesidir.

Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanı kesmek sünnettir (İbn Rüşd, Bidâye, I, 429). Hanefî mezhebinde ise tercih edilen görüş, kurbanın vacip olduğudur (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 146). Kurban, -fıkhî hükmü ne olursa olsun- müslüman toplumların belirli simgesi ve şiarı sayılan ibadetlerden biri olarak asırlardan beri özellikle milletimizin dinî hayatında önemli bir yer tutmaktadır.

Kurban, Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve icmâ ile sabit bir ibadettir. Kurbanın meşru bir ibadet olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de deliller mevcuttur. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in yerine bir kurbanın,

Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak verildiği açıkça bildirilmektedir (Sâffât, 37/107).

Kurbanın meşruiyetine işaret eden başka âyetler de vardır: “Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac, 22/28), “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık.” (Hac, 22/34),

“Kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken kurban edeceğinizde üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Hac, 22/36-37)

Bu âyetlerde zikredilen hayvan kesiminin, et ihtiyacı temini için olmadığı, bunların ibadet amaçlı birer uygulama oldukları gayet açıktır. Et ve kanların Allah’a ulaşamayacağının, asıl olanın ihlâs ve takva olduğunun bizzat âyetin metninde yer alması bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kurbanı bir ibadet olarak kabul etmiş ve bizzat kendisi de kurban kesmiştir. Hz. Peygamberin (s.a.s.), meşru kılınmasından itibaren vefat edinceye kadar her yıl kurban kestiği bilinmektedir (Tirmizî, Edâhî, 11; bkz. Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî, 17).

Sahih hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban bayramında Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu, kurbanın kesilir kesilmez Allah katında makbul olacağını ve kurban edilen hayvanın boynuzu, tırnağı da dâhil olmak üzere her şeyinin kişinin hayır hanesine yazılacağını ifade edip; bu ibadetin Allah rızası için yapılmasını tavsiye etmiştir (Tirmizî, Edâhî, 1; İbn Mâce, Edâhî, 3).

Ayrıca hicretin ikinci yılından itibaren bugüne kadar müslümanların kurban kesmeleri, bu konuda görüş birliği olduğunu da göstermektedir (İbn Kudâme, el-Muğnî, XIII, 360).

Kurban kesmek, akıl sağlığı yerinde, büluğa ermiş (ergen olmuş), dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan her müslümanın yerine getireceği malî bir ibadettir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 148).

Temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80.18 gr altın veya değerinde para ya da eşyaya sahip olan kimselerin kurban kesmesi gerekir (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 252-256; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 452-453). Ayrıca kurban mükellefiyeti için aranan nisabın üzerinden, zekâtın aksine bir yıl geçmesi şart değildir.

Aşırı derecede değer kaybeden gümüşün günümüz şartlarında nisap konusunda ölçü olma niteliğini yitirdiği bir gerçektir. Nisap miktarında gümüş ölçü alındığı takdirde zekât alabilecek durumdaki kimseler, zekât yükümlüsü hâline geleceklerdir. Bu itibarla zekât ve kurban gibi ibadetlerin sorumluluğunu belirlerken altının ölçü alınması daha uygundur.
Bu itibarla kurban kesmeyi vacip kılan zenginliğin dinî ölçüsü, ister nâmi (artıcı) olsun isterse olmasın kişinin borçları ve temel ihtiyaçları dışında 80.18 gr. (20 miskal) altına ya da bunun değerinde para veya mala sahip olmasıdır. Hangi türden olursa olsun bu miktar mala sahip olmayan kişi kurban kesmek zorunda değildir (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 252-256).

İbadetlerde sorumluluk ve bu sorumluluğun bir neticesi olan ceza ve mükâfat da bireyseldir. İslam dininde aile fertleri arasında mal ayrılığı esası vardır. Bir aile içinde karı, koca ve çocuklardan her birinin malı ayrı ayrı belirlenmişse kendilerine aittir.

Bu itibarla aile fertlerinden karı, koca ve yetişkin çocuklardan kimin borcu ve temel ihtiyaçları dışında 80.18 gr. (20 miskal altını veya bu miktar altın değerinde parası veya nâmî (artıcı) olmasa bile nisaba ulaşan fazla malı ve eşyası varsa, o kimse zengin sayılır. Bu şartlara göre aile fertlerinden dinen zengin sayılan her biri, fıtır sadakası vermekle mükellef oldukları gibi, kurban bayramında da Hanefîlere göre kurban kesmekle yükümlüdürler (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 452-454).

Şâfiî mezhebine göre ise aile için bir kurban kesmek sünnet-i kifâyedir. Dolayısıyla aileden birisinin kurban kesmesi ile hepsi için sünnet yerine gelmiş olur (Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 384; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, IV, 377). Bu görüş asgarî derecede nisâba sahip olan aileler için daha uygundur.

Yolcu (seferî), kurban kesmekle mükellef değildir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 576). Ancak kesmesi hâlinde sevabını kazanır. Kişi, kurbanını ikamet ettiği yerde kesebileceği gibi, bayram dolayısıyla veya başka bir sebeple gitmiş olduğu yerde de kesebilir. Seferî olması, kurban kesmesine ve kestiği kurbanın makbul olmasına engel değildir.

Seferî iken kurban kesenler; bayram günleri içinde memleketlerine dönerlerse, yeniden kurban kesmeleri gerekmez. Kurban bayramının başında mukim iken kurban kesmeden bayram günlerinde sefere çıkana da vacip olmaz. Sefer hâlinde iken kurban kesmeyip de bayram günlerinde memleketlerine dönenlerin kurban kesmeleri gerekir (Kâsânî, Bedâi‘, V, 63).

Başta Şâfiî mezhebi olmak üzere kurbanın sünnet olduğu görüşünde olanlara göre, seferîlik durumunda da aynı hüküm geçerlidir (Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 383).

Kurban kesim vakti, bayram namazı kılınan yerlerde bayram namazı kılındıktan sonra; bayram namazı kılınmayan yerlerde ise, fecirden (sabah namazı vakti girdikten) sonra başlar. Hanefîlere göre bayramın 3. günü akşamına kadar devam eder (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 154). Bu süre içinde gece ve gündüz kurban kesilebilir. Ancak kurbanların gündüz kesilmesi daha uygundur. Şâfiîlere göre ise 4. günü gün batımına kadar kesilebilir (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, IV, 383; İbn Rüşd, Bidâye, I, 436).

Kurban keserken aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir:

a) Usulüne göre bir kesim yapmış olmak için hayvanın yemek ve nefes borularıyla, iki atardamarından en az birinin kesilmesi gerekir. Bu şekilde yapılan bir kesim sırasında, hayvanın omuriliğinin kesilmesi mekruhtur. Bu konuda etlik kesim ile kurbanlık kesim arasında bir fark yoktur.
b) Hayvanın canı çıkmadan başının gövdesinden ayrılmamasına özen gösterilmelidir.
c) Kurban edilecek hayvana acı çektirilmemeli ve eziyet edilmemelidir. Bu nedenle hayvanlar ehil kişiler tarafından kesilmeli ve boğazlama işlemi süratli bir şekilde yerine getirilmelidir.
d) Çevre temizliği için gerekli tedbirler alınmalıdır.
f) Hayvanların bir diğerinin kesimini görecek şekilde yan yana bulundurulmamalarına azami özen gösterilmelidir.

İster kurban niyetiyle olsun ister başka bir amaçla olsun hayvan kesilirken besmele çekilmesi gerekir. Hayvanın kesimi esnasında besmele kasten terk edilirse, o hayvanın eti Hanefîlere göre yenmez. Ancak kasıtsız ve unutularak besmele çekilmezse, bu hayvanın eti yenilir (Kâsânî, Bedâî‘, V, 46; İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 190-191). Şâfiîlere göre besmele kasten çekilmese bile kesilen hayvanın eti yenir (Mâverdî, el-Hâvî, XV, 95; Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 885).

Kurban kesilirken üç defa “Bismillahi Allahü ekber” denilir ve şu âyetler okunabilir (Semerkandî, Tuhfe, III, 66):

قُلْ اِنَّ صَلَاتي وَنُسُكي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمينَ لَا شَريكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِمينَ
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim/kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’âm, 6/162-163)

اِنّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنيفًا وَمَٓا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكينَ
“Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (En’âm, 6/79)

Dinimiz, tüm canlılara iyi davranılmasını emretmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), kesim esnasında hayvana eziyet edilmemesini emretmiştir. (Bkz. Müslim, Sayd ve Zebâih, 57; Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 12)

Kurbanın bilinen klasik yöntemle kesilmesi asıldır. Bununla beraber kurbana fazla eziyet vermemek (ölüm acısını azaltmak) maksadıyla, kesim esnasında hayvanın elektrik şoku, narkoz veya benzeri bir yöntemle bayıltılarak kesilmesi caizdir. Ancak hayvanın bayıltıldıktan sonra ölmeden boğazından kesilmesi gerekir.

Hayvan henüz kesilmeden, şok etkisiyle ölürse, kurban olmayacağı gibi, eti de yenmez (DİYK 24. 02. 2010 tarihli karar; bkz. Mecma’u’l-Fıkh, Karârât ve Tevsıyât, 28 Haziran-3 Temmuz 1997 tarihli Karar, s. 314-318). Zira kurbanlık veya etlik hayvanın yenilmesinin caiz olabilmesi için kesim esnasında hayvanın canlı olması gerekir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 133).

Esas olarak kurban namazı diye bir namaz yoktur. Bu namazın dinî bir gereklilik olduğu inancı veya kanaati yanlıştır. Ancak kişi nafile namaz kılınması mekruh olmayan bir vakitte, sebepli veya sebepsiz dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Kurban kesen kişi de böyle bir ibadeti yapma imkânına kavuştuğu için Allah’ın verdiği nimete şükür olarak iki rekât nafile namaz kılabilir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir kısmının da evde yenmesini tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10).

Kurban etinin tamamı evde bırakılabilir (Tahâvî, Şerhu me‘âni’l-âsâr, IV, 185). Ancak, durumu iyi olan müslümanların, toplumda muhtaçların arttığı bir dönemde kurban etlerinin çoğunu hatta tamamını dağıtmaları daha uygun olur.

Şâfiî mezhebine göre ise, kurban etinden az da olsa fakirlere verilmesi gerekir (Bkz. Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 413).

Kurbanın derisi, bir fakire veya hayır kurumuna verilmelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), veda haccında Hz. Ali’ye, kurban olarak kesilen develerinin başında durmasını ve bunların derileri ile sırtlarındaki çullarını sadaka olarak vermesini, kasap ücreti olarak bunlardan bir şey vermemesini emretmiştir (Müslim, Hac, 348; Buhârî, Hac, 120, 121; Ebû Dâvûd, Menâsik, 21).

Buna göre kurban derilerinin para karşılığında satılması, kurbanın kesimi veya bakımı için ücret olarak verilmesi caiz değildir (İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 203). Derinin satılması hâlinde bedelinin yoksullara verilmesi gerekir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 165).

Ancak kurbanın derisi, bir yoksula veya hayır kurumuna bağışlanabileceği gibi, evde namazlık, kalbur ve benzeri ev eşyası yapılarak kullanılmasında da bir sakınca yoktur (Kâsânî, Bedâi‘, V, 81; Merğînânî, el-Hidâye, VII, 164).

Etlerinin yenmesi helal olan hayvanların, -ister kurban olarak ister başka bir amaçla kesilmiş olsun- kanları, ödleri, bezeleri, idrar torbaları, cinsel organları ve husyelerini (yumurtalarını) yemek tahrîmen mekruhtur (İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 553; el-Fetâva’l-Hindiyye, VI, 495).

Bir hadisi şerifte Hz. Peygamberin (s.a.s.), eti yenen hayvanların cinsel organlarının, husyelerinin (yumurtalarının), dübürlerinin (anüslerinin), bezelerinin, öd keselerinin, mesanelerinin yenilmesini uygun görmediği bildirilmektedir (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 12).

Bununla birlikte Malikî ve Şâfiî mezheplerinde eti yenen hayvanların yumurtalarını (husye) yemek caizdir (Uleyş, Şerhu minah, V, 8-9; Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-metâlib, IV, 256).

Kurbanın veya başka bir amaçla kesilen bir hayvanın yenilmeyen kısımlarını toprağa gömmek, sağlık ve çevreyi temiz tutma açısından öncelikli olmakla beraber çevreyi kirletmemek kaydıyla, kedi ve köpek gibi hayvanlara da verilebilir.

Hayvanın kesim ameliyesi ibadet değildir. Bu yüzden kurban kesen kasabın ücret alması caizdir. Ancak kesim işini yapan kişiye ücret olarak kurbanın derisi veya etinin bir kısmı verilemez. Çünkü verildiği takdirde, kurban ibadetini yerine getirmek için gerekli maddi külfetin bir kısmı bizzat ibadetin kendisi üzerinden karşılanmış olur.

Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resûlullah (s.a.s.), develer kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını yoksullara paylaştırmamı emretti ve onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı ve ‘kasap ücretini biz kendimiz veririz’ buyurdu.” (Buhârî, Hac, 120-121; Müslim, Hac, 348; Ebû Dâvûd, Menâsik, 21)

Kurbanın eti, —kısmen veya tamamen— sahibi ve ev halkı tarafından tüketilebileceği gibi, ister zengin, ister yoksul olsun başka kimselere de hediye ve sadaka olarak verilebilir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10).

Ancak kurbanın et, sakatat, deri, yün ve süt gibi unsurlarının satılması caiz değildir (İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 203). Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim kurbanın derisini satarsa, kurban kesmemiş gibidir.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 496) buyurmuştur. Bu sebeple kurbanın derisi ya da etinin satılması hâlinde alınan bedelin sadaka olarak verilmesi gerekir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 165).

Kurbanın derisi, bir yoksula veya hayır kurumuna bağışlanabileceği gibi, evde namazlık, kalbur ve benzeri ev eşyası yapılarak kullanılmasında da bir sakınca yoktur (Kâsânî, Bedâi‘ V, 81; Merğînânî, el-Hidâye, VII, 164).

Bir kimse, kendi evinde besleyip büyüttüğü bir hayvanı, kurban olarak keseceğine karar verse; bu hayvanın gücünden veya dişi ise sütünden yararlanabilir. Fakat kurban olarak alınan bir hayvanın kesim öncesinde sütünden ve yününden yararlanmak uygun değildir. Çünkü bu durumda hayvan satın alınmasından itibaren kurbanlık olarak belirlenmiş olmaktadır. Şayet böyle bir hayvandan yararlanılmışsa, yararlanma bedeli sadaka olarak verilmelidir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 371; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 475-476).

İbadetlerin şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Diğer taraftan ibadetler ancak emredildikleri şekliyle yerine getirilir. (Kâsânî, Bedâi‘, V, 40). Her ibadetin bir yapılış şekli vardır. Kurban ibadeti de ancak kurban olacak hayvanın usûlüne uygun olarak kesilmesiyle yerine getirilebilir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 360). Bedelini infak etmek suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Zira hayvanın kesilmesi bu ibadetinin rüknüdür.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kurban meşru kılındıktan sonra her yıl bizzat kurban kesmek sureti ile bu ibadeti yerine getirmiştir (Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî, 17).

Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban bayramında, Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu, kurbanın kesilir kesilmez Allah katında makbul olacağını ve kurban edilen hayvanın her bir parçasının kişinin hayır hanesine kaydedileceğini ifade etmiştir (Tirmizî, Edâhî, 1; İbn Mâce, Edâhî, 3).

Allah Teâla’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak da müslümanın önemli vazifelerinden biridir. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek dinimizde farz kabul edilmiştir.

Ancak, bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulması doğru değildir. Bu sebeple kesme olmadan hayvanı, sadaka olarak bir kişiye vermek kurban yerine geçmez (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 454, 463). Aynı şekilde kurban bedelini de yoksullara ya da yardım kuruluşlarına vermek suretiyle, kurban ibadeti ifa edilmiş olmaz (Serahsî, el-Mebsût, XII, 13).

Ortak kesilen kurbanlarda, hissedarlardan her birinin kurbanlarını aynı maksat için kesmiş olmaları gerekmez. Ortakların her birinin ibadet niyetiyle katılmış olması kaydıyla bir kısmı udhiyye, diğer bir kısmı ise adak, akîka, nafile kurbanı olarak niyet edebilirler (Kâsânî, Bedâi‘ V, 71).

Deve, sığır gibi büyükbaş hayvanlarla, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların belirli şartları taşımaları durumunda, erkek olsun dişi olsun kurban olarak kesilebilecekleri hususu

Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadis ve uygulamaları ile sabittir. Kurban edilecek hayvanın cinsiyeti, kurban ibadetinin fazileti açısından bir ölçü değildir. Ancak sığırın dişisinin kurban edilmesinin faziletli olduğu görüşünü ileri süren bazı fakihler olmuştur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 466-467).

Bu görüşü o fakihlerin yaşadıkları toplum ve dönemin şartlarına göre değerlendirmek daha isabetli olur. Tarıma dayalı bir toplumda erkek sığırın gücünden daha fazla yararlanılma imkânının bulunması göz önünde bulundurularak böyle bir görüş ortaya atılmış olabilir.

Ancak bu görüşler, dinin değişmez bir esası gibi kabul edilmemelidir. Bunlar, toplum menfaati göz önünde bulundurularak ortaya konulmuş görüşlerdir. Günümüzde de aynı esastan hareketle dişi sığırların kurban edilmesinin hayvan üretimine zarar vermesi hâlinde, erkek sığırların tercih edilmesi uygun olur. Ayrıca kurbanlık hayvanın erkek veya dişi olması, kurbanın geçerlilik şartları arasında yer almamaktadır.

Hz. Peygamberin (s.a.s.) Zilhicce’nin ilk dokuz gününü oruçla geçirdiği rivayet edildiği için (Ebû Dâvûd, Savm, 62) Zilhicce’nin ilk dokuz gününün, yani kurban bayramından önceki dokuz günün oruçlu geçirilmesi müstehaptır.

Zilhicce ayının 10. günü kurban bayramının ilk günüdür. Kurban bayramında da oruç tutulmaz (Buhârî, Savm, 66-67; Ebû Dâvûd, Savm, 48).

Ancak imsaktan itibaren bir şey yemeyip o günün ilk yemeğini kurban etinden yemek müstehaptır. Fakat bu, kendi evinde kurban kesebilen insanlar içindir. Zamanımızda çiftliklerde kurban kestiren bazı müslümanlara, akşama kadar sıra ancak gelmekte, hatta ertesi güne kalmaktadır. Bu durumda söz konusu insanların aç kalıp oruçlu imiş gibi durmaları uygun değildir.

Kesilen kurbanın kanının alna sürülmesinin dinle hiçbir ilgisi yoktur. Güvenilir kaynakların hiçbirinde böyle bir bilgi mevcut değildir. Halkımız arasında yaygın olan bu uygulamanın başka kültürlerden girdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla terk edilmesi gerekir.

Kurbanlık hayvan, kilo birim fiyatı belirlenmek suretiyle canlı olarak tartıyla alınıp-satılabilir. Ayrıca, toplumda herhangi bir aldatma, kargaşa ve ihtilafa yol açmayan yaygın bir uygulama varsa, kurban edilmek üzere satın alınmak istenen hayvanın karkas halindeki kilo birim fiyatı önceden belirlenmek şartıyla, kesildikten sonra tartılarak parasının ödenmesi yoluyla da satılabilir.

Ancak bu şekildeki satışın geçerli olması için kesimden önce taraflar arasında akdin tamamlanması gerekir. Ayrıca kurbanın kelle, paça ve sakatat gibi bazı yerlerinin satıcıda kalması şart koşulmamalıdır.

Din İşleri Yüksek Kurulu, 22/11/2017 tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Zeki SAYAR’ın Başkanlığında toplandı. İbadetler Komisyonu tarafından hazırlanan “Dişi Hayvanların Kurban Olarak Kesilmesi” adlı metin görüşüldü.

Malî ve sosyal nitelikleri bir arada bulunduran kurban ibadeti, Yüce Allah’a karşı olan teslimiyeti ve kulluğu ifade etmektedir. Toplumda birlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu diri tutan bu ibadetin çerçevesi, Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz ve uygulamalarıyla belirlenmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kurban ibadeti hususunda doğrudan veya dolaylı olarak açıklama mahiyetinde birçok söz ve uygulaması olmuştur. Bu söz ve uygulamalara bakıldığında deve, sığır gibi büyükbaş hayvanlarla, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların belirli şartları taşımaları durumunda, erkek olsun dişi olsun kurban olarak kesildikleri görülmektedir. Ancak İslam âlimleri bu söz ve uygulamalar ışığında kurbanlık hayvanın kesiminde dişi ve erkek cinslerinden hangisinin daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

Mâlikî ve Şafiî mezhebi âlimleri kurbanlık hayvanlarda genel olarak erkek cinsini dişi cinsine göre faziletli görmektedirler. Hanefî mezhebi âlimleri ise koyunda erkek; keçi, deve ve sığırda ise dişi cinslerinin daha faziletli olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak her iki görüş sahiplerinin gerekçelerine bakıldığında bunda, yaşadıkları zamanın şartları/ihtiyaçları, hayvanın etinin fazlalığı, lezzeti ve kalitesi ile ilgili değerlendirmelerin ve bölgesel alışkanlıkların etkili olduğu görülmektedir.
Nitekim kurbanlıklarda dişi hayvanların kesilmesinin daha faziletli olduğunu ifade eden görüş sahipleri, etinin daha fazla ve kaliteli olacağı gerekçesiyle gerek koyun cinsinden gerekse keçi cinsinden olsun burulmuş olan erkek hayvanın dişisinden daha faziletli olacağını dile getirmişlerdir. Yine kurbanlık hayvanlarda genel olarak erkek cinsinin tercih edilmesini faziletli kabul eden görüş sahipleri, birtakım sebeplerle erkek hayvanın etinin kalitesi düştüğü takdirde, hiç doğum yapmamış dişi hayvanın kurban edilmesinin daha faziletli olacağını belirtmişlerdir (Bkz. Kâsânî, Bedâi, V, 80; Ramlî, Nihâye, VIII, 133;

Desukî, Haşiyetü’d-Desukî, II,121; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, VI, 322; Vehbe Zuhayli, Mevsuatü’lFıkhi’l-İslami ve’l-Kadâya’l-Mu’âsıra, III, 613). 
Bütün bu görüşler delilleriyle birlikte değerlendirildiğinde bu meseleye genellikle içinde bulunulan şartlar, örf ve alışkanlıklar, etin çokluğu, lezzeti ve kalitesi bağlamında yaklaşıldığı, dolayısıyla konunun ictihadî bir mesele olduğu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bu görüşler, kurban ibadetinin özüyle ve onun değişmez esaslarıyla ilgili olmayıp, toplum menfaatini gözetme ve Yüce Allah’a en iyi hayvanı kurban etme hassasiyetinin bir sonucu olarak sâdır olmuştur.

Günümüzde de benzer bir bakış açısıyla farklı görüşlerin ortaya konulması ve farklı tedbirlerin alınması tabiidir. Nitekim benzer tedbirlerin Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde de alındığı görülmektedir. İbn Abbas’ın naklettiğine göre bir dönem develerin azalması üzerine Hz. Peygamber sahabilere sığır kesmelerini emretmişti. (İbn Mâce, “Edâhî” 5.)
Hz. Peygamber’in 
(s.a.s.) bu uygulaması, kurbanlık seçiminde, sosyo-ekonomik şartların, kurbanlık hayvanların sayısal ya da niteliksel olarak o andaki özel durumlarının dikkate alınması gerektiğini ve hayvancılık politikası açısından bazı tedbirlerin alınabileceğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Sonuç olarak, kurbanlık hayvanın erkek veya dişi olması, kurbanın geçerlilik şartları arasında yer almamaktadır. Hangisinin kesiminin daha faziletli olduğu hususu ise içinde bulunulan şartlar/ihtiyaçlar, etin çokluğu, lezzeti ve kalitesi bağlamındaki yerleşik örf çerçevesinde tartışılmıştır.

Dolayısıyla günümüzde de toplumun menfaati dikkate alınarak hayvan neslinin korunması, dişi hayvanların kurban edilmesinden kaynaklanan maddi kaybın önlenmesi gibi maslahatlar da gözetilerek dişi hayvanların kurban edilmesinin kısıtlanmasında dini bir sakınca bulunmamaktadır. Bu itibarla dişi hayvanların kurban edilmesinin hayvan üretimine zarar vermesi halinde, kurban kesiminde erkek hayvanların tercih edilmesi dinen de uygun olur. 
Din İşleri Yüksek Kurulu, 07.04.2021 tarihinde Kurul Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman HAÇKALI başkanlığında toplandı. İbadetler Komisyonu tarafından hazırlanan “Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri ve Kilogram Birim Fiyatı Üzerinden Kurban Alım-Satımı” başlıklı metin ve gerekçesi müzakere edildi. Yapılan müzakereler neticesinde aşağıdaki metnin Kurul Kararı olarak kabulüne karar verildi:

KARAR

Kurban ibadeti; akıl sağlığı yerinde, bulûğa ermiş, nisap miktarı mala sahip ve mukîm olan her Müslümanın yerine getireceği mâlî bir ibadettir. Kurban ibadetinin geçerli olması için; kişinin, kendi mülkü olan ve gerekli şartları haiz bir hayvanı kesmesi veya kestirmesi gerekir.
        Günümüzde kurbanlık alım-satımı genellikle şu üç şekilde gerçekleştirilmektedir.

  1. Götürü (kabala) usûlü ile kurban alım satımı: Bu satışta, satıcı ve müşteri muayyen olan bir hayvan üzerinde pazarlık yapmakta ve belirledikleri bir fiyat üzerinde anlaşmaktadırlar. Kurbanlık hayvanda geçmişten günümüze uygulanagelen yaygın yöntem budur. 
  2. Hayvanın canlı olarak tartılarak fiyatının belirlenmesi yoluyla alım-satım: Bu satış işleminde kurbanlık hayvanın fiyatı, canlı haldeki kilosu dikkate alınarak belirlenmektedir. Bu şekilde de kurbanlık alım satımı yapmak mümkündür.
  3. Hayvanın karkas etinin kilogram birim fiyatının belirlenmesi ve toplam fiyatının, kesildikten sonra tartılarak elde edilecek rakam olduğu hususunda tarafların anlaşması yoluyla alım-satım.
Kurbanlık hayvan bu yöntemle de alınıp satılabilir. Ancak bu şekildeki satın alınan kurbanın geçerli olabilmesi ve ibadetin et alım satımına dönüşmemesi için aşağıda belirtilen şartlara riayet edilmesi gerekir:
  1. Karkas etin kilogram birim fiyatının belirlenmiş olması.
  2. Alış-veriş esnasında satışa konu olan hayvanın belirlenmiş olması.
  3. Belirlenen hayvan üzerinde satış işleminin tamamlanmış olması.
  4. Hayvanın, sadece kurban niyetiyle kesilmesi. Yani herhangi bir organının (et, deri, sakatat vb.) satıcıda kalmasının şart koşulmaması veya kesim veya organizasyon ücretine sayılmaması gerekir.
  5. Şayet kurban günlerinden önce alıcı, hayvanı yukarıda belirtilen usullerden biri ile alacağını vadetmiş ve alım-satım tamamlanmamışsa, kurban kesiminden önce satım akdinin tamamlanması-kesinleştirilmesi gerekir.
GEREKÇE
Kurban ibadetinin geçerli olması için kişinin, mülkiyetinde bulunan belirli nitelikleri haiz bir hayvanı kurban kesim günlerinde kesmesi gerekir. Günümüzde kurbanlık hayvan alım satımı hususunda bazı farklı uygulamalar gelişmiştir. Bu uygulamalar, kurban ibadetinin sahih olmasına engel teşkil edebilecek bir takım unsurlar içerebilmektedir.

Bu şüpheler, genellikle hayvanın kurban kesen adına belirlenmesi ve alım satımı ile ilgili hususlarda yoğunlaşmaktadır.Kurbanlık hayvanların alım-satımı hususunda geçmişten günümüze yaygın uygulama, hayvanın göz kararı ile götürü şekilde (kabala usûlü) fiyatının belirlenerek satılmasıdır. Alım satımın diğer bir yolu hayvanın canlı bir şekilde tartılarak fiyatının belirlenmesidir.

Kurbanın kesiminden önce satış tamamlandığı için bu iki yöntemde, bir sakınca bulunmamaktadır.Genel uygulama yukarıdaki şekilde olmakla birlikte şehirleşmenin artmasıyla beraber hayvanın fiyatının belirlenmesi hususunda zorluklar ortaya çıkmış ve insanlar aldanma riskine karşı farklı yöntem arayışı içerisine girmişlerdir. Bu çerçevede son yıllarda kurbanlık alışverişinde yeni bir yöntem yaygınlaşmıştır. Bu yöntemde, taraflar arasında hayvanın karkas etinin kilogram birim fiyatı belirlenmekte ve kesildikten sonra karkas et tartılarak toplam fiyat elde edilmektedir.

Hayvanın toplam fiyatı başlangıçta tamamen belli olmamakla birlikte belirlenen birim fiyatta anlaşma sağlandığı için, bu tür satış, taraflar arasında bir belirsizliğe ve anlaşmazlığa yol açmamaktadır. Bu açıdan, toplam fiyatın miktarının belli bir rakam olmaması satım akdinin sıhhatine engel değildir.

Nitekim, fiyattaki belirsizlik taraflar arasında çekişmeye sevk edecek derecede fâhiş olmadığında, akdin fesâdını gerektirmediği fakihler tarafından ifade edilmiştir. (Bkz. Kâsânî,  V, 158,159; İbn Âbidîn,  IV, 539-542; İbn Hacer, Tuhfetu’l-Muhtâc, IV, 259,260; el-Haraşî,  V, 25; Büceyrimî,  III, 8) Ayrıca, fiyatın nasıl belirleneceğinin bilinmesi bizzat fiyatın bilinmesi hükmünde kabul edilmiştir. (Şeybânî,  s. 338-339; Derdîr,  III, 15; Râfiî,  IV, 45).

Yeni doğan çocuk için şükür amacıyla kesilen kurbana “akika” adı verilir. Hz. Peygamber torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için akika kurbanı kesmiş (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 21; Nesâî, Akîka, 1), bir hadisinde de “Her çocuk (doğumunun) yedinci gününde kendisi için kesilecek akika kurbanı karşılığında bir rehine gibidir.

Akika kurbanı kesildikten sonra çocuğun başı tıraş edilir ve ona isim verilir.” (Ebû Dâvûd, Dahaya, 21) buyurmuştur. Akika kurbanı kesmek, Hanefi mezhebine göre mubah, diğer mezheplere göre ise sünnettir.

Akika kurbanı, çocuğun doğduğu günden büluğ çağına kadar kesilebilirse de doğumun yedinci günü kesilmesi daha faziletlidir. Aynı günde çocuğa isim verilmesi ve saçı ağırlığında altın veya değeri miktarınca sadaka verilmesi müstehaptır (İbn Rüşd, Bidâye, I, 463-464). Akika kurbanının etinden anne-baba dahil herkes yiyebilir.

Herhangi bir vesileyle Allah’a şükretmek için kesilen kurbana şükür kurbanı denir. Bir kimse arzu ettiği bir amaca ulaşması veya bir nimete nail olması sebebiyle şükür kurbanı kesebilir.

Ancak böyle bir nimeti elde eden kişinin, adakta bulunmadığı sürece, kurban kesmesi zorunlu değildir. Ayrıca Hanefî mezhebine göre temettu veya kıran haccı yapan kişilerin, aynı mevsimde hac ve umreyi beraberce yaptıkları için Harem bölgesinde kestikleri kurban da bir tür şükür kurbanıdır.

Dinimizde ölü kurbanı veya kabir kurbanı diye bir kurban çeşidi yoktur. Ancak, sevabı ölüye bağışlanmak üzere kurban kesilebilir.
Ayrıca, kurban borcu olup, hayatta iken vasiyet eden kişinin bıraktığı miras yeterli ise mirasçıları tarafından vasiyetinin yerine getirilmesi gerekir. Tâbiînden olan Haneş’ten rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Ben Ali’yi (r.a.) iki koçu (birden) kurban ederken gördüm de kendisine; ‘Bu da nedir?’ diye sordum.

‘Resûlullah (s.a.s.) (sağlığında) kendi yerine bir kurban kesmemi vasiyet etti. İşte ben de onun yerine kurban kesiyorum.’ cevabını verdi.” (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 2; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 420, 423)

Bu rivayette Hz. Ali, kurbanı kesme gerekçesi olarak Hz. Peygamberin (s.a.s.) kendisine bunu vasiyet etmesini göstermiştir. Dolayısıyla bu hadis, eğer vasiyeti yoksa ölü adına kurban kesileceğine delalet etmez.

Buna göre vasiyeti yoksa ölen kimseler için mirasçılarının kurban kesmeleri gerekmez. Ancak bir kimse, sevabını ölmüş bulunan anne veya babasına yahut diğer yakınlarına bağışlamak üzere, çeşitli hayır kurumlarına, fakir ve muhtaç kişilere bağışta bulunabileceği gibi, kurban da kesebilir.

Ölenin kendisi için kurban kesilmesine dair vasiyeti yoksa kesen kimse, bu kurban etini fakirlere yedirebileceği gibi, kendisi ve zenginler de yiyebilir. Ancak ölen kişinin vasiyeti varsa, tamamen fakirlere yedirilmesi veya dağıtılması gerekir (Bilmen, İlmihal, s. 395).

Dinimizde böyle bir uygulama yoktur. Bunun, yapılması gereken bir ibadet gibi görülmesi caiz değildir. Çünkü Allah ve Resûlü’nden nakledilmeyen bir uygulamayı ibadet gibi telakki etmek ve ona dinîlik vasfı vermek bid’attır. Her bid’at da

Hz. Peygamberin (s.a.s.) nitelemesiyle dalalettir (Müslim, Cumua, 43; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 16).

Hz. Ali’den rivayet edilen “Resûlullah (s.a.s.) (sağlığında) kendi yerine bir kurban kesmemi vasiyet etti. İşte ben de onun yerine kurban kesiyorum.” (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 2; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 420, 423) şeklindeki haber, bu uygulamaya delil olamaz. Çünkü Hz. Ali, kurbanı kesme gerekçesi olarak Hz. Peygamberin (s.a.s.) kendisine bunu vasiyet etmesini göstermiştir. Dolayısıyla bu hadis, eğer vasiyeti yoksa ölü adına kurban kesileceğine delalet etmez.

Adak, kişinin ibadet niteliğindeki bir şeyi yapacağına dair Allah’a söz vererek üzerine borç kılması anlamına geldiğinden, bu borçtan kurtulması için adağını yerine getirmesi gerekir.

Belirlenerek adanan şey aynen yerine getirilmedikçe adak yükümlülüğü düşmez (Kâsânî, Bedâi‘, V, 90).

Bundan dolayı kurban keseceğine ve etini fakirlere dağıtacağına dair adakta bulunan kişi, ancak kurban kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur. Bu itibarla, adak kurbanını kesmek yerine, parasını fakirlere vermek ya da aynî yardımda bulunmakla bu adak yerine getirilmiş olmaz.

Kurban ibadetinde esas olan, kişinin kurbanını kendisinin kesmesidir. Bununla beraber malî bir ibadet olduğu için vekâlet yoluyla da kestirilebilir. Günümüzde vekâletle kurban kesimi genellikle iki şekilde uygulanmaktadır:

Birincisi: Kurban kesmek isteyen kişinin ilgili kuruluşa kurbanlık alımı ve kesimi için umumi vekâlet vermesi, söz konusu kuruluşun da müvekkili adına taahhüt ettiği bu hayvanı alıp muayyen günlerde kesmesi şeklinde gerçekleşmektedir.

İkincisi: İlgili kuruluşun, kurban kesmek isteyen kimselere belirli bir bedel karşılığında kurbanlık hayvanı ya da hisseleri satması ve kesim günü geldiğinde de müşteriden vekâlet alarak onun adına kesmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu uygulamada, önce satım akdi yapılmakta, daha sonra da kesim için vekâlet alınmaktadır. Elde edilen etler de, bazen kurbanı kestirene bazen de onun rızasıyla yoksullara ve hayır kurumlarına verilmektedir. Her iki durumda da aşağıdaki şartlara riayet edildiği takdirde yapılan bu uygulamalar dinen caizdir:

1.  Birinci uygulama esas alındığında kurban için ilgili organizasyona başvuran müşteriden, kurbanın alım-satım ve kesimi için umumi vekâlet alınması gerekir. İkinci uygulamada ise, belirsizliğin oluşmaması için satıma konu olan hayvan müşteriye gösterilmeli ya da cinsi ve yaşı gibi özelliklerinin yanında küpe numarası da belirtilmelidir. 
2.  Satıma konu edilen hayvan, kurbanlık hayvanda aranan şartları taşımalıdır. 
3.  Kurbanlık hayvana ortak olanların tamamının niyeti, ibadet olmalıdır. 
4.  Baştan umumi vekâlet alınmadığı uygulamada, hisse satıldıktan sonra veya satım akdi esnasında ilgili kuruluşun, müşterisinden hayvanı kurban etme vekâleti alması gerekir. Vekâlet, sözlü veya yazılı olarak verilebileceği gibi telefon, internet, faks ve benzeri iletişim araçları ile de verilebilir. 5.  Hayvanı kesen kişi, kurban niyetiyle ve müvekkili adına kesmelidir. 
6.  Kurbanlıklar, mutlaka kurban kesim günleri içerisinde kesilmelidir. 
7.  Hayvan kesim ücretleri; kesilen kurbanlık hayvanların etleri, derileri veya sakatatından karşılanmamalıdır. 
8.  Her bir hissedar, kurban edilecek bir büyükbaş hayvanın en az yedide bir hissesine kaydedilerek belirlenmelidir. Kurban kesen kuruluşların hissedarlarını belirlemeden hayvanları topluca kesmeleri caiz değildir. Bundan dolayı her hayvanın hissedarları belirlendikten sonra kasaba vekâlet verilmelidir. Her bir hissedarın isminin kesim sırasında tek tek zikredilmesi zorunlu olmasa da şüpheden uzak olması açısından tavsiye edilmektedir. 
9.  Kurban edilecek hayvanın henüz kesimi yapılmadan önce hissedarların belirlenmesi gerekir. Buna göre önceden belirlenen hissedarlar adına kesilen bir hayvana kesimden sonra başkası ortak olamaz. Mesela altı kişi adına kesilen bir büyükbaş hayvana, kesimden sonra yedinci kişi dâhil edilemez. 
10. Büyükbaş hayvan kesildikten sonra vekâlet veren yedi kişi için etleri eşit hisselere ayrılarak hazırlanmalı, isteğe göre sakatatı da eklenmeli ve vekâlet veren kişiye/kişilere teslim edilmelidir. Küçükbaş hayvan da bir kişi için kesilmeli ve sahibine teslim edilmelidir. 
11. Hisseleri belirlendikten sonra kesilen kurbanlıklardan elde edilen etlerin karıştırılmaması ve her hissedara kendisi adına kesilen hayvanın etlerinden verilmesi gerekir. Çünkü bu hisseler, vekâlet verenlerin mülkiyetinde olduğundan yapılacak her türlü tasarruf onların izni ve onayına bağlıdır. 
12. İlgili kuruluşlar, vekâletlerini aldıkları kişiler adına kesecekleri kurbanlıkların etlerinin tamamını hissedarlara ya da sahibinin rızasıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırmalıdır. Bunların bir kısmını et olarak satmamalı veya belirlenen kilogram üzerindeki et miktarlarını bir araya getirerek yeni bir hisse oluşturmamalıdır. 
13. Hayvanın deri ve sakatatı hisse sahibine/sahiplerine ait olduğundan, bunların ya kendisine ya da kendisinin izniyle dinen bağışlanması caiz olan şahıs veya hayır kurumlarına ulaştırılması gerekir. 

14. Kurban ibadetinin, et satın alımını andırmaması için belli kiloda et miktarının kurban sahiplerine verilmesi taahhüt edilmemeli, bunun yerine tahmini bir kilo aralığı belirlenerek çıkan et ne ise o teslim edilmelidir. 

GEREKÇE:
Günümüzde şehirleşmenin de etkisiyle sosyal bir dönüşüm yaşanmış ve toplumsal yapıda değişim meydana gelmiştir. Gerek iktisadi alanda, gerekse sosyal hayatta etkili olan bu değişim, beraberinde birçok yeni sorun da getirmiştir. Hiç şüphesiz bu sorunların dinî hayata da farklı yansımaları olmuştur. Bu meyanda kurban ibadetinin edâsıyla ilgili farklı yönelişler ve birçok yeni uygulama gündeme gelmiştir. 

Bilindiği üzere geçmişte kurban kesmek isteyenler bayram günü evinin önünde veya mahalle sakinlerinin belirlediği bir alanda aile ve komşularıyla birlikte kurban kesmekteydiler. Bu şekilde kurban ibadetinin şiar olma özelliği de tam anlamıyla açığa çıkmaktaydı. Nitekim Hz. Peygamber de (s.a.s.) bizzat kurban kesmiş ve kendisi kesemeyecek olanların da kesim sırasında buna şahitlik etmelerini istemiştir. (Taberânî, el- Mu’cemü’l-Evsat, III, 69; Hâkim, Müstedrek, IV, 247; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 476; )

Günümüzde kurban ibadeti için bu yöntemin uygulama alanı oldukça daralmıştır. Gittikçe büyüyen şehirlerde bu ibadetlerini yerine getirmek durumunda kalan insanlar birçok zorlukla karşılaşmışlardır. Gerek sağlığın korunması, gerekse temizliğe riayet ve çevre kirliliğinden korunmak gibi pek çok husus, kurban ibadetinin edâsıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılmasını zorunlu kılmış ve yukarıda zikredilen geleneksel işleyiş, yerini özellikle büyük şehirlerde farklı uygulamalara bırakmıştır.

Bu bağlamda özellikle son yıllarda yeni bir uygulama da giderek yaygınlaşmaktadır. Bu uygulamada kurban kesmek isteyen kişi, market vb. bir kuruluşla anlaşarak kurbanını kestirmekte ve elde edilecek etin kendisine gönderilmesini talep etmektedir. Bu anlaşma çerçevesinde kurban alıcısı iletişim bilgilerini ve kesim vekâletini ilgili kuruluşa vermekte ve günü gelince de kesilen hayvandan elde edilen eti teslim almaktadır. Başta hayır kuruluşları olmak üzere bazı organizasyonlar ise, müvekkilinden aldığı umumi vekâlet ile yurt içi ve yurt dışında kurbanları alarak kesmekte ve etlerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır.

Söz konusu uygulama, yukarıda sayılan şartlar doğrultusunda yapılması halinde dinen herhangi bir sakınca taşımamaktadır. Bu şartların bir kısmını açıklamak yerinde olacaktır:

Birinci maddede, yapılan akdin sıhhati hususu değerlendirilmiştir. İlgili kuruluşlar, mülkiyetlerinde bulunan hayvanları satıyorlarsa yapılan iş bey’ (satım) akdi olur. Bey’ akdinin sahih olabilmesi için satıma konu olan malın bilinmesi gerekir.

Bu değerlendirmeden hareketle ilgili kuruluşun kurban organizasyonu yaparken hissesini sattığı hayvanı müşteriye göstermesi ya da küpe numarası dâhil önemli vasıflarını zikrederek belirsizliğin oluşmasına engel olması gerekir. Şayet ilgili kuruluşlar mülkiyetlerinde bulunmayan bir hayvanı taahhüt ediyorlarsa bu durumda yapılan iş bir vekâlet akdi olmuş olur. Bu durumda kurban için işletmeye başvuran müşteriden, kurbanın alım-satım ve kesimi için umumi vekâlet alınması gerekir.

Vekâlet, sözlü veya yazılı olarak verilebileceği gibi telefon, internet, faks ve benzeri iletişim araçları ile de verilebilir. Bu uygulama genellikle vakıf ve dernek aracılığıyla kurban organizasyonları yapan hayır kurumlarında görülmektedir. Bu kurumlar vekâlet aldıkları kişilerle sabit bir fiyat üzerinden anlaşma yapmaktadır. Bu durumda ilgili kuruluş, kurban organizasyonunda para artması 
durumunda bunun nasıl değerlendirileceği hususunda bilgi vermeli ve müvekkilinin onayını almalıdır.

Üçüncü maddede, Kurbanlık hayvana ortak olanların tamamının niyetinin ibadet olması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü Hanefî mezhebine göre kurban hisselerine ortak olanlardan biri et niyetiyle ortak olmuşsa, o hayvana ortak olan herkesin kurbanı geçersiz sayılır. (İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, VI, 326, 327) Dolayısıyla böyle bir organizasyonu yapacak kişi ve kuruluşların bu durumun farkında olması ve hisse satarken müşterilerine bu hassasiyeti hatırlatmaları önem arz etmektedir.

Yedinci maddede hayvan kesim ücretlerinin kesilen hayvandan karşılanamayacağı ifade edilmektedir. Nitekim Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.), develer kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını yoksullara paylaştırmamı emretti ve onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi yasakladı ve ‘kasap ücretini biz kendimiz veririz’ buyurdu.” (Buhârî, “Hac”, 120; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 19) Buna göre kurban kesen kasabın ücret alması caiz olsa da bu ücretini kurbanın derisi veya etinin bir kısmından tahsil etmesi caiz değildir.

Sekiz ve dokuzuncu maddelerde kurbanlık hayvanın hisselerinin kesimden önce belirlenmesi ve her hayvanın önceden belirlenen hissedarlar adına kesilmesi hususuna vurgu yapılmıştır. Çünkü kesimden sonra kurban ibadeti tamamlanmış olacağından, sonradan birinin bu hayvana ortak olması söz konusu olamaz. Bunun dışında büyükbaş hayvanlarda yediyi aşmamak kaydıyla kesim anına kadar da yeni hissedarların eklenmesi caiz olur. (el-Fetâvâ’l-Hindiyye, V, 305) Ancak kesim esnasında hayvanın kimler adına kesildiğinin belli olması, kesim işleminin bu niyetle yapılması ve bir büyükbaş hayvan kesilirken en fazla 7 kişiye niyet edilmesi gerekir.

On ve on birinci maddelerde kurbanlık etlerin kesimden sonraki durumuna dikkat çekilmiştir. Buna göre kesimden sonra etlerde tasarruf hakkı kurban sahibinde olduğundan, onun rızası olmadan etlerin karıştırılması ve rastgele dağıtılması caiz olmamaktadır.

On dördüncü maddede ise yapılan uygulamanın et alım satımını andırmaması için müşterilere belli kiloda et vermenin taahhüt edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü bu şekilde yapılan bir uygulamada müşterinin, kurbanlık hayvanı almaktan çok et almaya odaklanması durumu ortaya çıkar ki, bu da kurban ibadetinin ruhuyla uyuşmamaktadır.

Sonuç olarak, yukarıda sayılan şartlara uygun icra edilmesi kaydıyla vekâlet yoluyla kurban alımı, kesimi ve dağıtımı caizdir. 

Kurban ibadeti hicrî ikinci yılda meşru kılınmıştır. Hz. Peygamberin (s.a.s.) de bu yıldan itibaren vefat edinceye kadar her yıl kurban kestiği bilinmektedir (Tirmizî, Edâhî, 11; bkz. Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî, 3).

Hz. Peygamber (s.a.s.), Veda Haccı’nda yüz deve kurban etmiştir. Hz. Ali, “Peygamber (s.a.s.) yüz deve kurban etti. Etlerini dağıtmamı emretti, ben de dağıttım.” (Buhârî, Hac, 122) demiştir. Hz. Enes’ten (r.a.) Hz. Peygamberin (s.a.s.) siyah-beyaz benekli iki koçu besmele ve tekbir ile bizzat kestiği rivayet edilmektedir (Buhârî, Edâhî, 9).

Kişi, kurbanını bizzat kesebileceği gibi vekâlet yoluyla başkasına da kestirebilir. Zira kurban, hac ve zekât gibi mal ile yapılan bir ibadettir; mal ile yapılan ibadetlerde ise vekâlet caizdir (Kâsânî, Bedâi‘, V, 67; Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 263-265; Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, VIII, 132).

Nitekim Hz. Ali’nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resûlullah (s.a.s.), develer kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı emretti ve onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı ve ‘kasap ücretini biz kendimiz veririz’ buyurdu.” (Buhârî, Hac, 120; Ebû Dâvûd, Menâsik, 19)

Vekâlet, sözlü veya yazılı olarak ya da telefon, internet, faks ve benzeri iletişim araçları vasıtasıyla verilebilir. Vekil tayin edilen kişi veya kurum aldığı vekâleti gereği gibi yerine getirmelidir.

Kurbanda önemli olan, kişinin niyetinin Allah için olması ve vekâleten kendisi adına kurbanın kesilmesidir.
Dolayısıyla kurbanın yurt içinde başka bir ilde ya da yurt dışında kesilmesinde sakınca bulunmamaktadır.

Kurban fiyatlarının kesilen ülkeye göre az veya çok olması bu durumu değiştirmez. Ancak yaşadığı yerde muhtaç ve fakirler varsa kişinin, kurbanını orada kesip dağıtması daha uygun olur. Çünkü kişinin yaşadığı yerdeki fakirlerin ve komşuların onun üzerinde hakları vardır.

Kurban ibadetini yerine getirmek, gerekli şartları taşıyan bir hayvanı, kurban niyetiyle kesmekle gerçekleşir. Hayvanın kesim ameliyesi ibadet değildir. Böyle olduğu için kurban kesenin, hadesten taharet şartını yerine getirmesi gerekmez.

Yine bu sebeple, kurban kesen kasabın ücret alması caizdir. Şayet kurban kesme eylemi ibadet olsaydı kasabın ücret alamaması gerekirdi. Çünkü ibadet karşılığında ücret almak caiz değildir (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 228-229). Öte yandan mekruh olmakla birlikte Ehl-i kitaptan olan kasabın kestiği kurban geçerlidir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 166).

Kurban kesen kişinin abdestli olması şart olmamakla birlikte kurban bir kurbet (Allah’a yakınlaşma aracı) olduğu için kesenin abdestli olması daha faziletlidir.

Eti yenen hayvanların etlerinin helal olması için, hayvanı kesecek kimsenin, akıl ve temyiz gücüne sahip, müslüman veya ehl-i kitaptan olması gerekir. Ehl-i kitaptan olmayan mecûsî, putperest veya ateistin kestiği hayvanın eti helal değildir. Bunların kestiği hayvan da kurban olmaz (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 229; el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 370; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 474).

Kurban kesmekle mükellef olan şahıs, kurbanlık hayvanı nakit olarak alabileceği gibi kredi kartıyla tek çekim veya vadeli olarak da alabilir. Bu bağlamda bedelin kredi kartıyla ödenmesi kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez. Ancak kredi kartı borcunu, ödeme tarihinde ödemek ve gecikmeden kaynaklanan faizli işleme düşmemek gerekir.

Kredi kartıyla vadeli olarak kurban alırken, vadeyi bankanın uygulaması halinde ilave bir ücret ödenirse kesilen kurban geçerli olmakla birlikte, faizli işlem sebebiyle ayrı bir günah söz konusu olacağı için bundan sakınmak gerekir.

Kurban kesmek, âkil (akıl sağlığı yerinde), bâliğ (ergen), dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan bir müslümanın yerine getireceği malî bir ibadettir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 146).

İster vacip isterse nafile olarak kurban kesecek kimse, kurbanını peşin satın alabileceği gibi, borçlanarak da satın alabilir. Bu, kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez. Ancak faizli borç alması durumunda faiz verme yasağını işlediği için günaha girmiş olur. (Bkz. Bakara, 2/275-279; Müslim, Müsâkât, 105, 106; Ebû Dâvûd, Büyû’, 4). Kendi imkânlarıyla kurban kesemeyecek olanların böyle yöntemlere başvurmaları dinen uygun değildir.

Kurban, Allah’a yakınlaşma niyeti ile yerine getirilen bir ibadettir. Bu amaç ise ancak kişinin kendi mülkiyetindeki hayvanı kurban etmesi ile gerçekleşir (Kâsânî, Bedâi‘, V, 76). Mülkiyet, hayvanı bizzat yetiştirme, hibe veya miras yolu ile olabileceği gibi satın alma yolu ile de gerçekleşebilir.

Esasen vadeli satış caizdir (Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 59). Taksit ise, borcun ödenmesinin belirli birkaç zamana vadeli olarak geciktirilmesidir (Mecelle, md. 157). Buna göre taksitlendirme yolu ile satın alınan bir mal, alıcının mülkiyetine geçtiğine göre, bu yolla alınan bir hayvanın kurban edilmesinde bir sakınca yoktur.

İslam dini kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helal yollardan elde etmelerini ister. Buna rağmen bir kişi malını haram yoldan kazanmışsa, hayatta iken kendisi, ölmüşse varisleri bu malın sahibini aramalı; sahibini bulduklarında bu malı kendisine vermelidirler. Şayet bu malın sahibini bulamazlarsa sevap beklemeksizin yoksullara veya hayır işlerine harcamalıdırlar (Serahsî, el-Mebsût, XII, 172; İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 229; el-Fetâva’l-Hindiyye, III, 210).
Gayrimeşru yolla elde edilen para o kişinin malı değildir. Dolayısıyla böyle bir para ile kurban kesmek uygun değildir. Zira malî ibadetler helal parayla yapılmalıdır.

Kurban kesme niyetiyle hayvan almış, fakat kurban bayramı günlerinde kurbanı kesememiş fakir kimse, bu hayvanı canlı olarak tasadduk eder. Bayram günlerinde kurban kesemeyen zengin kimsenin ise, kurbanlık satın alıp almadığı dikkate alınmaksızın bir kurbanlık hayvanın kıymetini yoksullara sadaka olarak vermesi gerekir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 156).

Satın alınan kurbanlığın kesilmeden önce ölmesi hâlinde satın alan kişinin maddi durumuna göre farklı hüküm uygulanır. Şayet kişi varlıklı ise, başka bir hayvanı kurban olarak keser. Çünkü kendisine vacip olan kurbanı kesmiş değildir. Fakat yoksulsa yenisini almasına gerek yoktur. Çünkü yoksula kurban vacip değildir, satın almakla, satın aldığı hayvanı kesmeyi kendisine vacip kılmıştır. Aldığı hayvan ölünce, vücûbiyet düşer ve yenisini almak gerekmez (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 160; Kâsânî, Bedâi‘, V, 66).

Kurban edilecek hayvanın, sağlıklı, organları tam ve besili olması, hem ibadet açısından, hem de sağlık bakımından önem arz eder. Bu nedenle, kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları ve memelerinin yarısı kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük hayvanlardan kurban olmaz (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 6).

Ancak, hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağı delik veya yırtılmış olması, memelerinin yarıdan daha azının olmaması, kurban edilmesine engel değildir. (Kâsânî, Bedâi‘, V, 75-76). Bunun yanında kesileceği yere gidemeyecek derecede topal olan hayvanlar da kurban edilemez. Buna göre hayvanın değerini düşürücü nitelikteki kusurlar kurbana engeldir.

Şâfiî mezhebinde, genel olarak yukarıda sayılan kusurlardan birinin bulunması, bir hayvanın kurban olmasına engel teşkil ettiği gibi, uyuz olan hayvanlar ile yem yemesini engelleyecek derecede dişlerinin bir kısmı dökülmüş olan hayvanların da kurban edilmesi caiz değildir (Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 399-404).

Kurbanlık hayvanların yaş sınırı, Hz. Peygamberin sünneti ile tespit ve tayin edilmiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 5; Nesâî, Dahâyâ, 13; İbn Mâce, Edâhî, 7). Buna göre kameri yıl esasına uygun olarak, devede 5; sığır ve mandada 2; koyun ve keçide ise 1 yaşını doldurma şartı aranır. Bunun yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması hâlinde kurban edilebilir. Koyunlardaki bu istisna bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmıştır (Müslim, Edâhî, 13).

Bunun yanında deve, sığır ve keçinin, koyuna kıyaslanarak besili olması hâlinde söz konusu yaşları doldurmadan kurban olabileceği söylenemez. Nitekim bir yaşına varmamış ama yetişkin olan oğlağını kurban etmek isteyen bir kimseye Hz. Peygamber, “Bu sadece sana mahsustur. Senden sonra başkası için yeterli olmaz.” (Buhârî, Edâhî, 8) buyurmuştur.

Kurbanlık hayvanların yaş sınırı, Hz. Peygamberin sünneti ile tespit ve tayin edilmiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 5; Nesâî, Dahâyâ, 13; İbn Mâce, Edâhî, 7). Buna göre kameri yıl esasına uygun olarak, devede 5; sığır ve mandada 2; koyun ve keçide ise 1 yaşını doldurma şartı aranır. Bunun yanında, 6 ayını tamamlayan koyun, bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olması hâlinde kurban edilebilir. Koyunlardaki bu istisna bizzat

Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından şöyle buyurularak yapılmıştır: “Yıllanmış (kurbanlık yaşını tamamlamış) hayvanlardan kurban kesin. Eğer bulmakta zorluk çekerseniz bir ceze’a (Altı ayını doldurmuş gösterişli kuzu) kesin.” (Müslim, Edâhî, 13)

Bu istisnanın hadiste ifade edildiği şekilde sadece koyunlara mahsus olduğu konusunda İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu görüş birliği içindedirler. Evzâî gibi bazı âlimler ise bu hükmün keçi, sığır ve deve cinsi için de söz konusu olduğunu belirtmiştir (Nevevî, Şerhu Müslim, XIII, 117-118).

Günümüzde Evzâî’nin görüşüne uygun olarak bu hükmün başka hayvanlar için de geçerli olabileceğini savunanlar olsa da bu görüşün kuvvetli bir delili yoktur. Çünkü kurban kesmek bir ibadettir. İbadetlerde ise akıl/ictihad değil, nakil/nass esastır. Hakkında açık delil bulunan meselelerde akıl yürütmek söz konusu değildir (Kâsânî, Bedâi‘, V, 69; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 465-466).

Nitekim bir yaşına varmamış ama yetişkin olan oğlağını kurban etmek isteyen bir kimseye Hz. Peygamber, “Bu sadece sana mahsustur. Senden sonra başkası için yeterli olmaz.” (Buhârî, Edâhî, 8) buyurmuştur.
Bu itibarla, gelişmiş olmakla birlikte şart koşulan yaşı doldurmayan hayvanların, koyun örneğine kıyas edilerek kurban edilebileceği şeklindeki bir yaklaşım isabetli görülmemektedir.

Sığır cinsi büyükbaş hayvanların kurban edilebilmesi için, en az iki kamerî yaşlarını bitirmeleri gerekir (Ebû Dâvud, Dahâyâ, 5; İbn Mâce, Edâhî, 7; Mevsıli, el-İhtiyâr, IV, 258).
Buna göre iki yaşını bitirdikleri kesin olarak bilinen sığır cinsi büyükbaş hayvanların dişlerinin kapak atmaması, bu hayvanların kurban olmalarına engel olmaz. Yine dişleri kapak attığı hâlde henüz iki kamerî yaşını doldurmamış olan büyükbaş hayvanlar da kurban olarak kesilemezler.

Ancak doğumu kesin olarak bilinmeyen sığır cinsi büyükbaş hayvanlar için kapak atma denilen iki ön dişin çıkması, o hayvanın kurban edilebilmesi için bir ölçü olarak kabul edilebilir.

Bir hayvanın kurban edilebilmesi için, o hayvanda insanlar arasında kusur sayılan ayıplardan birinin bulunmaması gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s.), kurbanlıkların göz ve kulaklarının sağlam olmasına dikkat edilmesini istemiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 6).

Buna göre, kulağının yarıdan fazlası kesik olan hayvan, kurban olmaya elverişli değildir. Hayvanın bir kulağının delik veya yırtılmış olması durumunda; eğer delikler ve yırtıklar kulağın yarıdan fazlasını teşkil ediyorsa, böyle bir hayvan kurban edilemez. Bu ölçüye varmayan kesikler, delikler ve yırtıklar ise hayvanın kurban olmasına engel değildir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 157; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 468-469).

Doğuştan kuyruksuz olan veya besili olması için küçük yaşta kuyrukları boğulmak suretiyle düşürülen koyunların kurban edilmelerinde bir sakınca yoktur. Ancak bir kaza ile değerini azaltacak şekilde kuyruğunun tamamı veya yarısından çoğu kopan hayvanın kurban edilmesi caiz değildir (İbnü’l-Hümâm, Feth, IX, 529).

Çeşitli amaçlarla kısırlaştırılmış veya hadım hâle getirilmiş hayvanlar kurban olarak kesilebilir (Kâsânî, Bedâi‘, V, 80). Bu durum kurban açısından herhangi bir eksiklik oluşturmaz.

Hayvandan beklenen bir menfaati tümüyle yok eden veya hayvanın güzelliğini ortadan kaldıran kusurlar, onun kurban olmasına engeldir. Buna göre ister doğuştan ister sonradan memelerinin yarısı olmayan hayvan kurban olmaz. Aynı şekilde bir hastalığa dayalı olarak memelerinin yarısının sütü kesilen hayvan da kurban olmaz. Fakat bir hastalığa bağlı olmaksızın sütü kesilen hayvanın kurban edilmesinde bir sakınca yoktur (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 368; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 469, 470).

Kurbana engel olan ayıplar, hayvanın emsali arasında kıymetini azaltan kusurlardır. Zararsız şekilde ve daha iyi gelişmesi maksadıyla boynuzlarını özel olarak yapılan ameliyelerle köreltmek, hayvanların kıymetini düşüren ayıplardan değildir.
Bu itibarla, doğuştan boynuzsuz hayvanların kurban olarak kesilmesi caiz olduğu gibi (Tirmizî, Edâhî, 9; Merğînânî, el-Hidâye, VII, 159), küçükken yapılan müdahale ile boynuzları kesilerek, elektrik veya kimyasal yolla boynuzu yakılarak ya da benzeri işlemlere tabi tutularak boynuzsuzlaştırılan hayvanların kurban olarak kesilmesinde bir sakınca yoktur.

Bir hayvanın kurban edilebilmesi için, o hayvanda örfe göre kusur sayılan ayıplardan birinin bulunmaması gerekir. Satın alınırken kurbana engel bir kusuru olan hayvan kurban olarak kesilemez. Hayvan kusursuz olarak satın alınıp da alıcının elinde iken kurban olmaya engel bir kusurun ortaya çıkması hâlinde, kişi zenginse ayıbı olmayan başka bir hayvan alıp keser. Yoksulsa yeni bir hayvan alıp kesmesine gerek yoktur (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 160; Kâsânî, Bedâi‘, V, 68; Mehmed Zihni, Ni‘met-i İslam, s. 880).

Kurbanlık hayvanın hasta olduğu, kesildikten sonra ortaya çıkmış ve sağlık sebebiyle etinin imha edilmesi gerekmiş ise, bu durumda kurban ibadeti yerine getirilmiş olur. Bununla birlikte kurban kesiminden sonra satıcıya rücu edilip kurban bedelinin geri alınması halinde, alınan bedel tasadduk edilir. Şayet kurban bedeli satıcıdan geri alınamamışsa, kişinin yeniden bir kurban kesmesi gerekmez.

Kurbanlık veya etlik olarak beslenen hayvanların gebe kalmalarının önlenmesi, hayvan için kurbanlık olması açısından ayıp sayılmıyorsa ve insanların yararına bir menfaati gerçekleştirmeye yönelik ise, bunda bir sakınca yoktur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 557-558).
Ancak kurbanlık için hazırlanan hayvanların mevcut gebeliklerinin sonlandırılması fıtrata müdahaledir. Hayvanlara karşı şefkatli davranılması gibi ilkeler de düşünüldüğünde, mevcut gebeliklerinin sonlandırılması dinen uygun görülemez.

Gebe hayvanların kurban olarak da etlik olarak da kesilmesi uygun değildir. Ancak kesilmesi durumunda da kurban ibadeti yerine gelmiş olur. Kurban edilmek üzere belirlenen gebe bir hayvan kurban edilmeden yavrulayacak olursa iki yol izlenir: Ya o yavru da annesiyle birlikte kesilir, fakat sahibi etini yemez, yoksullara verir. Yerse kıymetini sadaka olarak vermelidir. Ya da kesilmez ve yavrunun kendisi ya da değeri fakirlere sadaka olarak verilir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 466-467).

Yavru, anne rahminde iken anne kesilirse, bu yavrunun etinin yenilip yenilmeyeceği konusu fukaha arasında ihtilaflıdır. Bu yavrunun eti İmam Ebû Hanîfe’ye göre yenilmez, İmam Şâfiî, Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre yaratılışı tamamlanmışsa yenilir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 153).

Hayvan neslini ıslah etmek ve verimini artırmak amacıyla, bir hayvana kendi cinsi olan başka bir hayvandan sun’î tohumlama yapılmasında dinen bir sakınca olmadığı gibi, bu yolla üretilen bir hayvanın kurban edilmesinde de sakınca yoktur.

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön